Pentagram - "BİR"


Yıllardır rock, daha doğrusu "heavy metal" müzik tutkunu olan birisiyim. Ortaokul yıllarına kadar uzanan bu merakım, özellikle bir de "çevreye aykırı olma" itkisiyle de birleşince, gerçek bir tutku halini almıştı bir dönem. Yıllarca kafadar arkadaşlarla birlikte, Yngwie Malmsteen, Joe Satriani gibi virtüözler ile Accept, Judas Priest, Metallica, Megadeth, Whitesnake, Rainbow, Helloween gibi "baba" gruplar başta olmak üzere, neredeyse piyasadaki tüm albümleri ezbere çekmiştik. Bir yandan da "Neden biz böyle müzik yapamıyoruz ki?" diye düşünür dururdum hep, bir çok Türk "Rocker" gibi. Elbette ki, "Heavy Metal kültürü"nün bizim olmadığını, bizden çıkmadığını biliyordum ama, sanat evrensel ise eğer, bizim de, -en azından benim gibi birçokları için- muhteşem olan bu müzikal altyapıdan yepyeni bir senteze ulaşmamız, çok iyi işler çıkarmamız zor olmamalıydı. Rock kültürünü hiç bir zaman tam olarak (başta resmi içecek "bira" ve çılgın asilik-serbestiyet anlamında) benimseyemesem de, bu kadar güzel bir ifade türünü kullanamıyor olmamız beni üzerdi hep.

Yıllardan beri o bozmalı (distorted) gitar sesi, benim ruhumu titretir nedense; bu müzik türünü henüz hiç duymadan önce bile öyleydi... Doğuştan herhalde :-)).

Bir yandan her fırsatta "köklü Türk musikisinden" bahsedilirken, bir türlü evrenselleşemeyen "Milli(!)" sanat anlayışımızı gördükçe, bir çok yaşıtım gibi bana da darallar gelmekteydi. Bir ara bu yönde amatör çabalarım da oldu ama, üzerine çok fazla yoğunlaşamadığımız için, fazla bir ilerleme kaydedemiştik... Yıllar sonra, klasik evrensel müziği yeniden keşfetmemle müzik zevkim oldukça zenginleşip farklılaşsa da, "Rock" ve "Heavy Metal"müzik (tabii ki güzel örnekleriyle) her zaman o mümtaz yerini korudu zihnimde.

Henüz şimdiki gibi eline her türlü ses çıkaran aleti alanın veya saçma sapan laflardan geveleyen herkesin "yıldız" olmadığı bir dönem olmasına rağmen, bir çok Türkiye menşeli rock grubu o zamanlar da mevcuttu. Ama yaptıkları işler, kimi zaman büyük özverilere rağmen düşük kaliteli ve gürültülü bir taklitten öteye geçemiyordu pek (arkadaşlarımızla kaydettiğimiz ve yoğunlukla benim bestelerimden oluşan demo (Knightmare-Gray) kaydı da dahil ve elbette ki bir kaç istisna dışında). O dönem ayrıca, Moğollar gibi babaların da ortada fazla gözükmedikleri bir zamandı.

Gel zaman git zaman, Pentagram diye bir grup çıktı ortaya.. Bir grup uzun saçlı çocuklardan müteşekkil, zangır zangır çalan bir "Death Metal" grubuydu. Ama elemanları bizimkilerdendi ve kategorileri içinde hiç de fena olmayan bir çıkış yapmayı başarmışlardı. Kendi adlarını taşıyan ilk albümleri teknik ve sanatsal standartların oldukça altında da olsa, neredeyse ben de tüm arkadaşlarımla beraberce, gururla bu albümden birer ikişer edindik. Aslında pek de sevmemiştim şarkıları; pek benim tarzım değildi kısacası. Ama evde heyecanla gösterdik anne-babalarımıza; "Bakın! Bunlar Türk grubu!" diye. Bu böbürlenmemize onların anlam vermesi tabii ki mümkün değildi. Onlara göre Türkiye'de müzik boldu; bizim için ise yoktu. Bir kere albümün kapağı falan da pek bir hoştu canım!. Konserlerinin dolup taştığını duyuyordum hiç izleme şansım olmamış olsa da. Grup elemanları en azından bizim aramızda tanınıyordu artık, hem de ismen...

Sonra bir süre ses çıkmadı. Ardından "Trail Blazer" diye bir şey geldi. "Bir şey" idi çünkü bizler oldukça şaşırmıştık. Halen (özellikle solist açısından) tam olmasa da, teknik, ses ve tarz öyle gelişmişti ki, albümü hemen başucu malzemeleri arasına yerleştirip defalarca dinledik. Beklediğimin çok üzerindeydi "Trail Blazer"... Bu arada başka işler de çıkıyordu ama, en azından benim için Pentagram hala özeldi... Halen tam olarak "bizden" gibi durmasa bile...

Ve yıllar sonra, ben üniversiteyi bitirip Samsun'da göreve başladığımda, kulaktan bir haber aldım: Pentagram yeni bir albüm çıkarmıştı: "Anatolia". O dönemlerde yoğunluktan ve Ankara müzik piyasasından (özellikle de Hayri Plak'tan) ayrı kalmış olmanın getirdiği bir özlemle hemen gidip aldım kaseti. Dinlemeye başladığımda bir şeyler oldu bana. En sonunda bizden birileri yıllardır beklediğim şeyi yapmaya soyunmuştu. "1000s in the Eastland", "Anatolia", "Behind The Veil", adeta büyüledi beni.. Hiç dinlemekten bıkmadığım az sayıda albümden biri oldu... "Uzun İnce bir Yoldayım"ı her dinlediğimde tüylerim diken diken oldu. Evet, Türkçe sözlü, kaliteli ve "heavy" parçalar vardı artık. Elektorgitar ve Ney'i ilk defa orada birlikte duydum ve bayıldım.. Birleştirme başarılmıştı büyük oranda...

Daha sonra ise "Unspoken" albümü geldi. Teknik açıdan muhteşemdi bu albüm de.. Kayıtlarının uzun sürdüğünü ve oldukça özenildiğini anlıyordunuz dinlerken.. Artık Pentagram, benim şahsi gurur kaynağımdı... Herkese dinletiyordum fırsat buldukça ve beğenen bakışları görünce gururum bir kat daha artıyordu. Sözler halen İngilizce idi; ve bazen çok da güzel durmuyordu o güzel doğu armonisi üzerinde; ama ben sabırlı adamımdır :-)) "Bir albüm daha gelecek" diye bir haber vardıysa da, aslını araştıramadım bir süre, yine yoğun meşguliyetten.. Ama bekledim...

Bir kaç ay sonra, Ankara "Di"-"en"-"ar"'larından birinde dolanırken, "Bir" gözüme çarptı. Hemen aldım ve park yerindeki arabamın teybine takıp dinlemeye başladım merakla. Adeta çarpıldım. Eve yollanırken ve kaset çalarda bangır bangır "Bir" çalarken, yanımda durumdan habersiz ve bu bangır bangır müzikten biraz hoşnutsuz biçimde oturmakta olan eşim, göz pınarlarımın dolduğunu göremedi. İyi ki de göremedi, çünkü bu tuhaf duygulanımın nedenini ona anlatmam imkansızdı. Bu tür müziği sevmemesinin yanı sıra, böyle bir özlem de yaşamamıştı o şimdiye kadar. Nasıl anlatsaydım ona, yıllardır beklediğim müziğin hoparlörlerden o anda çıkmakta olduğunu; nasıl anlatırdım bunun benim için sadece bir müzik olmadığını, biraz da olsa "kendimiz" olabileceğimizi görmenin keyfinden duygu taşkınları yaşadığımı...

Sanki şarkıları ben yazmışım gibi rahatça akıyordu besteler kulağımdan. "Bir", "Ölümlü", "Mezarkabul" ve diğer tüm parçalar beni mest etti. Önceki albümde, beni en çok çarpan "Uzun İnce Bir Yoldayım"dan sonra, bu albümde de ikinci bir Aşık Veysel yorumu vardı ve bu daha da muhteşemdi! (Veysel duysa kim bilir ne derdi, çok merak ediyorum şahsen!)... Dertli'nin "Şeytan bunun neresinde"si de cabası... Duygu, tonlar, geçişler, davulların o rayından çıkmış vuruşları... Benim için tam anlamıyla bir sanat eseriydi "Bir" kısaca... (Sonradan eşim de oldukça beğendiğini söyledi ve uzun bir süreden beri ilk defa beraber bolca "heavy" dinledik!)

Şimdi, özellikle bu tür müziğe ilgi duymayanlar ve müzik konusunda bilgili dostlar, benim bu heyecanımı garip, hatta oldukça "toy" bulacaklardır. Bu heyecanı böyle yazıya dökmek benim de her zaman yaptığım bir şey değil zaten. Ama o "ulusal aşağılık kompleksi"ni ben de çoğumuz gibi, farklı açılardan da olsa tatmış birisiyim. Yıllarca "taklit" anlayışlar peşinde koştuktan sonra böyle özgün, kendinden emin, yapmacıksız ve güzel bir eser ortaya konulmuş olması, bana sadece benim ya da dinlediğim müzik türünün Türkiye'deki icracılarının değil, ülkemin kendine gelmeye başladığını gösteriyor biraz da. İşte biraz tuhaf bir şekilde gümbür gümbür ve hızlı ritimler üzerine kurulmuş bir müzik türünü dinlerken gözlerimi dolduran, aslında böyle karmaşık bir heyecan. Elbette yıllardır bir çok büyük müzisyen geldi geçti bu ülkeden... Ama konu, bu satırları yazan kişinin "özel" bir müzik tercihine sahip olması aslında... Ve bu türün "Pentagram" gibi, yani adam gibi, "Türkçe" yapılmasının, çok uzak olmayan bir geçmişe kadar "imkansız" olduğu sanılıyordu...

Bu albümü ortaya getiren süreçler, başka değişikliklere de neden oluyor ve olacak. Herkesin anladığı bir lisan olduğu gibi, ben de Türkiye rock müziğinin evriminden çıkardığım anlamlarla düşünüyorum bir yanımla. Çünkü eski halini iyi biliyorum ve yıllarca diken çiğnedikten sonra, şimdi şerbeti yudumlama zamanına gelmişiz gibi geliyor bana. Daha yaygın bir kitle tarafından paylaşıldığı için Milli Takımın dünya kupasındaki başarısını örnek verebilirim: Sanıyorum hiçbirimiz oradaki futbol tekniğine, atılan gollerin şekline veya adamların kaşına gözüne hürmeten dökülmedik sokaklara; bu bizim başarımızdı ve biz buna hasrettik. Haliyle de sevinçten deliye döndük cümleten! İşte bu albüm de benim için öyle bir şey. Artık o eski "baba" grupların kasetlerinin arasına gururla yerleştirdiğim, kulağı geçen boynuz misali orada kocaman duran bir albüm çıkardı "bizimkiler". Daha ne olsun! Demek ki olurmuş, demek ki bizde de bir şeyler varmış... Cumhuriyet Türkiye'sinin, aynen atalarının yaptığı gibi, insanlık kültürüne yapacağı "özgün" ve "büyük" katkıların zamanı geldi de geçiyor bile... Yeter ki kendimize bir güveniverelim; dağlar yol olacaktır...

Diyeceğim odur ki; sağ olasın Pentagram! (Bir de isminizi Türkçe yapsanız, sizi daha çok seveceğim :-)). Daha nice nice güzel işler yapın, bizi kendimizden geçirin; bileğinize, yüreğinize sağlık. Yolunuz açık olsun...

...ve bu yazıyı okuyan değerli dostum; bu müzikle ilgilenmesen bile, hiç olmazsa tamamen Türkçe sözlerden oluşan ve muhakkak senin de beğeneceğin bölümlere sahip olan bu albümü lütfen satın al. Satın al ki, daha güzel işler çıksın, kendimize biraz daha güvenimiz gelsin...

Haydi bakalım...

Hiç yorum yok:

Sinan Canan ve Serkan Karaismailoğlu ile beynimizin [n] ilginç halleri!